
Süleyman
Sami Demirel’in kim olduğunu, hangi mevkilerde bulunduğunu bilmeyen yok. Bu nedenle
çok iyi bildiğim yaşam öyküsü bu yazının konusu değil. Ben bu yazıda kendisiyle
ilgili bireysel anılarımı tarihe not düşmek istiyorum.
Yıl
1986. Ülkede 12 Eylül Hukuku (ya da hukuksuzluğu) egemen. Süleyman Sami Demirel
de siyasi yasaklı. Güniz Sokak’ta ikamet ediyor.GATA Tıp Fakültesi’ni bitirmeye
2 ay kala askeri öğrencilikten çıkarıldım. Gazi Tıp Fakültesi GATA’ya zorla
götürülmeden önceki okulum olduğu için öğrenimimi orada sürdürebilecektim. Ama
evdeki hesap çarşıya uymadı. Gazi Tıp Fakültesi’ne GATA’ dan iyi tanıdığım emekli bir Albay’ı
Dekan yapmışlar. Adam bizi okula almıyor. Mahkemeye veriyorum, kazanıyorum,
mahkeme kararlarını da uygulamıyor.
Benzer
durumdaki 7-8 arkadaş düzenli toplanıyoruz. Her gün Gazi’ye gidiyoruz, her gün
Gazi’den polis gücüyle çıkarılıyoruz.
Toplantılarımızın
birinde bir arkadaş Süleyman Demirel’den randevu aldığını, hep beraber bu
randevuya gitmemizi teklif ettiğini söyledi. Ben buna sıcak bakmadım. Çünkü
Süleyman Demirel’in benim kafamdaki imajı sabıkalarla doluydu. Ama diğer
arkadaşlar gitme lehinde oy kullanınca zorunlu olarak çoğunluğun kararına
uydum. Güniz Sokağa gittik. Bizi çalışma odasında karşıladı. Sıcak ve
sevecendi. Arkadaşlarımdan Muharrem grup sözcümüz olarak durumumuzu özetledi ve
“devlete, millete küstük, baba”
diyerek sözlerini bağladı. Süleyman Demirel Muharrem’in sunumunu ilgiyle
dinleyip son cümlesi üzerine meşhur gerdanını kıvırarak “Devlete, millete küsülmez, küsülseydi ben küserdim” dedi. Sonra
yerinden kalktı, telefona gitti, telefondaki kişiye “bana Parmaksız Şakir’i bağla” dedi. Az sonra telefon çaldı, açtı,
başladı konuşmaya: ” Şakir, bak Gülhaneli çocuklar geldi,
bunları okula almıyomuşun, yapmayın gardaşım böyle”. Karşıdaki ne dedi
duyamıyoruz. Ama Demirel sözlerini şöyle bitirdi:” Tamam, yarın çocuklar sana geliyor,yap bunların işini, gözlerinden
öperim.” Sonra bize döndü: ” Yarın sabahtan Gazi Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Şakir Akça sizi bekliyor, okula kabul edildiniz,hayırlı olsun.”
dedi. Teşekkür ettik, yanından çıktık.
Ertesi
gün yanına gittiğimiz Rektör Şakir Akça, sanki önceki zamanlarda bizi polis
zoruyla dışarı attıran kendisi değilmiş gibi “ çocuklar, neden bana daha önce gelmediniz, böyle şey olur mu, ben
Dekan’ı aradım, derhal fakültenize devam etmeye başlayın” dedi. Bizi Gazi’ye
başlattılar, ama geçtiğimiz son 3 sınıfı tekrar okumamız kaydıyla. Böylece
bendeniz hiç sınıfta kalmadan 6 yıllık Tıp Fakültesi’ni 9 yılda bitirebildim.
Bugün hekim olarak insanlığa hizmet ediyorsam bunda Süleyman Sami Demirel’in,
üstelik yasaklı olduğu dönemde yaptığı bu müdahalenin çok büyük payı vardır.
Süleyman
Demirel Cumhurbaşkanı olduğunda, ben de Genel Sağlık-İş Sendikası Genel
Sekreteri idim. Sendikanın Merkez Yönetim Kurulu olarak her yıl rutin olarak
Cumhurbaşkanını ziyaret eder, çalışmalarımız ve taleplerimizle ilgili bilgi sunardık.
Cumhurbaşkanı Süleyman Sami Demirel’e ikinci gidişimizdi. Tekrar dosya sunduk,
çalışmalarımız ve taleplerimizle ilgili kendisini bilgilendirdik. Toplantı
bitiminde bizi salonun dışındaki merdiven başına kadar uğurladı. Tam o sırada
yaveri telefona çağrıldığını bildirdi. Telefon için geri döndü, duraksadı,
tekrar bize döndü:” Az bekleyin hele, şu telefon bitsin, sizin şu arsa işini de konuşalım”
dedi. Tekrar döndü, odasına gitti. Biz merdiven başında şaşkın bir şekilde
beklemeye başladık. Bir taraftan da yorum yapıyoruz: “ Kafası çok karışık herhalde.” ,”Bizi müteahhit sandı herhalde”
10
dakika sonra Demirel döndü, “ Geçen sene
geldiğinizde, memurlardan yapılan konut fonu kesintilerine karşılık hazine
arazilerinden memurlara arsa dağıtımı yapılmasını teklif ettiydiniz ya, o
teklifi Başbakan’a ilettim” dedi.
Yanından
ayrıldığımızda şok içindeydik. Biz kendi teklifimizi hatırlamıyorken o takibini
yapıyordu. Tabi bu durumu her yerde anlattık. Dolayısıyla Demirel hayranlığını
yaygınlaştırdık. Aradan bir süre geçti. Demirel’in danışmanlarından birisi ile
bizim yönetim kurulundan bir bayan arkadaş nişanlandılar. Bizim eve gelmeye
başladılar. Bir gelişlerinde enişteye olayı anlattım.” Senin patronda ne beyin var ya” diye yorumda bulundum. “ne beyni ya,” dedi.” Siz gelmeden biz hakkınızda her türlü
bilgiyi hazırlayıp önüne koyuyoruz, oradan biliyor”.
Öyle
de olsa bilgisayar yokken bilgisayar gibi düzenek kurabilmesi de takdire
şayandır.
Ben
Başbakan Demirel’i hiç sevmem. Ama 12 Eylül sonrasının Baba Demirel’i, Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel’e de toz kondurtmam.
Allah
taksiratlarını affetsin, ışıklar içinde yatsın.