ZORLANDIĞIM ÜÇ KONU...


Belediye başkanları doğal olarak bir çok sorunla karşı karşıya gelir ve bunları çözmek için uğraşır.
Bazı sorunlar mevzuatta yer almıştır. Bu yüzden çözülmeleri daha kolay olur. Ama bazı konular vardır ki , mevzuatta yer almaz. Yer almadığı gibi o konu hakkında iki farklı düşünce karşı karşıya gelmiştir. İşte bu tip sorunların çözümü sancılı ve yıpratıcı olmaktadır.

Benim de naçar (çaresiz) kaldığım, bayağı zorlandığım üç konu vardı.


HOPARLÖR SORUNU

Bunlardan birincisi belediye hoparlörleriydi.

Çok önceleri belediyeler halka duyurmak istedikleri konuları “tellaliye” dediğimiz sistemle halledermiş. Sesi gür görevliler bazen davulla, bazen de başka türlü yöntemlerle sokak sokak dolaşıp resmi bildirileri bağıra çağıra okurlarmış.

Teknolojinin gelişmesiyle bu sistem yerini merkezden okunan bildirinin, hoparlör sistemi vasıtasıyla tüm şehre yayınlanmasına bıraktı..

İlk önceleri iletim kablolarıyla bağlanan bu sistem zamanla yerini telsiz sisteme bıraktı.

İlçemizde de kullandığımız sistem hoparlör sistemi. Belli merkezi yerlerdeki direklere hoparlör bağlanır ve bunlar aracılığıyla daha çok insanın duyması sağlanır.

İşte bu hoparlörlerin hemen yakınında oturan insanlardan çok sık şikayetler gelirdi.
1- “Evde küçük çocuğum var. Onu uyutamıyorum.”
2- “Evde hastam var rahatsız oluyor.”
3- “Evimizde cenaze var. Bangır bangır bağırtıyorsunuz bu hoparlörü”
Bir de hoparlör arıza yapıp o mekanik cızırtılı sesleri çıkarmaz mı?

Ama bunun yanında hem kanunen yapmak zorunda olduğumuz anonslar var, hem de hemşehrilerin bilmesi gereken konular var. Çocuğu kaybolan bir ailenin anonsunu yapmamak kadar saçma bir şey olabilir mi? Veya kaybolan , bulunan bir paranın. Vefat eden bir hemşehrimizin duyurularını yapmamak mümkün mü?


Bu açmaz için ilk yaptığımız şeylerden biri, hoparlör yayınlarını kurallara bağlamaktı.

Önce hoparlörün yayın saatlerini ayarladık. Sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki defadan fazla yayına izin vermedik. Saat 18:00 den sonra acil afet durumları hariç hiç bir şekilde yayın yapmama kararı aldık.

Bayağı hatırı sayılır “ilan-reklam” gelirinden vazgeçerek reklam yayınlamama kararı aldık. Yani “bandırmadan taze balık geldi”, “mercimek şu kadar” gibi anonsları iptal ettik.

Şikayetler azaldı ama tam kesilmedi. Kendimizi onların yerine koyduğumuzda haklı yanlarının olduğunu görüyorduk.

Bu konuda bir yasa ve yönetmelik yoktu. Yani istersek tüm hoparlör sökülebilirdi. Nitekim büyük şehirlerde yayın sistemi yoktu. Ama gelenek haline gelmiş bir yapı vardı.

Aklımıza yerel radyolarla anlaşıp sabah ve öğle 15 dk belediye saati olarak, belediyeden gönderilecek anonsların yapılması fikri geldi. Herkesin evinde, arabasında, işyerinde bir şekilde radyo vardı. İsteyen aç.ar dinler, istemeyen dinlemezdi. İyi bir fikirdi ama buna da ben karşı çıktım. Çünkü ilçemizdeki dört radyonun da sahibi benim arkadaşımdı. Böyle bir şey bir sürü gereksiz “söylenti ve şaibeye” neden olurdu. Sonuçta şu anki sistem yürürlükte kaldı.

ÇÖP KONTENYERLERİ

Sokak sakinleri belediyeye başvurur sokaklarına çöp kontenyerleri isterlerdi. Biz de elimizden geldiğince bu talepleri karşılamaya çalışır, o sokağa çöp kontenyeri koyardık.

Ama sonra o sokaktan başka talepler gelirdi. “Evimin önündeki çöp kontenyerinin kaldırılması...” diye başlar ve bir çok gerekçe sayılırdı.

Kaldırsan bir dert, kaldırmasan bir dert. Alıp başka yere koysan bu sefer o evden şikayet geliyordu.
Bir gün kızgınlıkla üç sokaktan bütün kontenyerleri kaldırdığımı hatırlıyorum. “Bana hepiniz ortak yer göstermediğiniz sürece sokağınızda kontenyer olmayacak” demiştim.

İnsanların kontenyer istememesinin nedenleri şuydu:
Birincisi bizim kontenyerler kapaklı olmasına rağmnen hemşehrilerimiz kapak açıp kapatmayı pek sevmiyorlar. Bu yüzden özellikle yazın koku ve sinek riski çok fazla oluyordu.

İkincisi ise , o yıllarda henüz doğal gaz gelmediğinden kış aylarında evdeki sobanın külleri tam olarak sönmeden kontenyerlere atılıyordu. Bu da yangın riskini arttırıyordu.

Önce farklı sistemler getirerek çözüm arayalım dedik.
İlk olarak “saatli toplama” dediğimiz sistemi düşündük. Araçlarımızın hangi sokaktan saat kaçta geçeceğini kesinleştirelim ve “tüp gaz arabaları” gibi küçük bir sesli uyarıyla insanların o zaman çöp çıkarmasını sağlayalım dedik.
Ama ya karı koca çalışıyorlar ve evde kimse olmuyorsa? Bunların sabah poşetler içerisine koyup sokağa bırakmaları gerekiyordu. O zaman da istenen amaç sağlanmıyordu.
Pilot bölge yapıp deneyelim dedik ama ondan da vaz geçtik.

Sonra Kadıköy Belediyesi'nin uygulamaya başladığı “yeraltı kontenyerlerini” yapabilir miyiz diye düşündük. Ortaya çıkacak başka sorunlar ve korkunça maliyet gözümüzü korkuttu ve onu da yapmadık.

Mevcut sistem için de çözüm bulmaya çalıştık.
Önce her kontenyere bir numara verdik. Böylelikle takibini sağladık. Özellikle yazın kontenyerlerin yıkanma sıklığını arttırdık.

Çöp yoğunluğu olan yerlerde , toplama zamanını ve kontenyer sayısını arttırdık.

Kontenyer konulacak yer belirlemelerini mahalle muhtarı, temizlik işleri ve zabıta görevlilerinin de katıldığı birebir hane halkıyla görüşerek mini referandum yoluyla yapmaya başladık. 
 
Ayrıca yeni yapılan tretuvarlarda çöp kontenyerleri için girinti yapmaya başladık. Böylece herkes baştan kontenyerin nerede olduğunu görsün istedik.

HIZ KESİCİLER

Önce bozuk yollardan şikayet edilir. “Arabalarımız mahvoluyor, tamircilerle ortak mı çalışıyorsunuz” gerekçesi eşliğinde. Yolu yaparsınız. Her şey güzel olur. Bu sefer de “arabalar çok hızlı geçiyor. Buraya tümsek yapalım” denir. 
 
Gönül ister ki araba kullananlar trafik kurallarına tam uysunlar. Sokak aralarında kaç km hızla gidileceğini bilsinler ve uysunlar. Ama maalesef olmuyor. 
 
Bu yüzden “hız kesicilerin” konulmasından yanayım.

Çünkü hiç bir araba, bir insanın hayatından daha değerli değildir. 
 
Buradaki nazik konu şu. Bazen “resmi olarak” hızlı gitmesi gereken araçlar var.
Yangına giden itfaiye aracı, hastaya giden cankurtaran, evinden hastaneye hasta yetiştirmek isteyen vatandaş. Bunlar da aynı yolu kullanacaklar.

Düşünsenize itfaiye aracının yangına giderken “aks kırdığını” ve yolda kaldığını. Yanan ev sizin değilse güler geçersiniz ama , ya sizinse?

İşte böyle dostlar.
Sevgi ve saygılarımla esen kalın.

Not: Fotoğrafların ilçemizle bir ilgisi yoktur. temsili olarak internetten alınmıştır.